GerideKalanlar 12 – Ölümsüzlerin Kapısında Beklerken

Artıkişler Kolektifi – 2017//

Jonathan Swift’in Güliver’in Maceraları (1726) dünya haritasında her gün yeni yerleri, yeni yolculuk rotalarını, yeni makinaları, yani yeni bir dünyayı keşfetmeye alışmış insanlığı kısmen alaya alsa da bilgi ve teknoloji ile dünyayı yöneterek ölümsüzlüğe ulaşan insanlığın cesaretinden övgü ile bahseden bir romandır. Güliver’in yolculuğu boyunca çektiği acıları ve sıkıntıları ise yine o dönemin bir başka gezgin karakteri Candidé (Voltaire-1759) ile karşılaştırabiliriz. Güliver’in yaşanabilir başka dünyalar arasında, yani devler ve cüceler dünyası arasında gidip gelirken zekası ve cesareti ile çözdüğü her soruna rağmen Candidé, hocası Profesör Pangloss’un dediği gibi “yaşanabilir dünyaların en iyisi olan dünyamızda” akla gelebilecek her türlü eziyete ve işkenceye maruz kalsa da “buna da şükür” diyerek sabreder ve en ağır işkenceler altında bile dünyamız hakkında iyimser ahkamlar kesmekten geri durmaz.

Bu iki romandaki kahramanlarımızın yolculuğu ise farklı “aydınlanmalarla” sona erer. Candidé, dünyada yaşadığı tüm eziyetler sonrasında hocası Pangloss ile Üsküdar’ın tepesinde yıkık bir kulübeye yerleşir. Hocasının -belki manzaranın da etkisi ile – “asıl şimdi yaşanabilir dünyaların en iyisindeyiz!” görüşüne ilk kez kibarca karşı çıkar ve önce kendi darmadağın bahçeleri ile uğraşmalarının gerektiğini savunur. Güliver ise yaşadığı tüm zorlu maceralar sonunda “yaşanabilir dünyasına” geri dönmek için ölümsüzlerin tuttuğu kapıdan geçmek zorundadır. Ancak ölümsüzler, kapıdan geçmesi için Güliver’den kendilerini şaşırtacak bir hediye isterler. Bunun üzerine Güliver, devler ülkesinde öldürdüğü bir arının iğnesini ölümsüzlere sunar. Donuk gözlerle ölümsüzlerin sözcüsü, bu hediyeye çok şaşırdığını ve sevindiğini söyleyerek hediyeyi -çoğu paketinden çıkartılmamış- binlerce hediyenin bulunduğu bir hangara koyar ve Güliver’in geçmesine izin verirler. Güliver kapıdan geçse de ölümsüzlerin tepkisizliğini merak eder. Aslında ölümsüzler, sonsuz zaman içinde herşeyi gördükleri için görme yetilerini yitirmişlerdir ve bu nedenle de aslında hiçbir şeye şaşırmazlar.

Bugünün dünyasında ölümsüzler kimlerdir? Belki de yanlış bir soru sorduk, kapıları kim tutarsa ölümsüzler de onlar mıdır? Batı’da herhangi bir yere resmi kapılardan geçerek gitmeye çalışırken,  devler ya da cüceler ülkesinde yaşadığınız eziyetleri ispat etmeye çalışırken ölümsüzler sizden onları resmen mutlu edecek hediyeler isterler – ki böylece siz de ölümsüzlerin değer yargılarına ve otoritesine boyun eğin… Çünkü bir pasaport damgası sizi devler ülkesinin arılarından kurtaracaktır.

Atina’da bir parkta otururken bir adam elindeki poşette onlarca ekmekle yanıma oturup sigara istedi. Bir-iki kelime ile zor da olsa sohbet etmeye çalıştık. Afganistan’dan eşi ve 3 çocuğu ile kaçmış. Yunanistan’a gelmesi 2 yılını almış. Kısa bir sessizlikten sonra gömleğinin düğmelerini çözüp göğsünden karnına inen derin bir yara izini gösterdi, “Taliban” diyebildi sadece. Ölümsüz değilim ama ölümsüzlerin jestlerini taşıyor olabilirim. Şaşırdım ya da üzüldüm, bir başka deyişle orada kendi rahatımın çaresizliği içerisinde ne tür tepki vermem gerekiyorsa onu verdim.

Akademisyen Dicle Koğacıoğlu “çok fazla acı var” diye bir not bırakmıştı ölmeden önce… Gazetelerde “kalp krizi gibi akıl krizi de vardır” gibi ölümsüzlere yakışacak yorumlarla süslü ölüm haberi kaldı geride. Kadın cinayetleri, Tuzla tersanesindeki iş cinayetleri ile ilgili çalışmalar yapıyordu son zamanlarında. Mesleği gereği yaşanan acıları bilinçli bir bütünlüğe dökmesi ve acılardan yola çıkarak bir üst yorumda, değerlendirmede ve analizde bulunması gerekiyordu. Candidé’deki gibi bir tür Profesör Pangloss olması gerekiyordu: “Burası yaşanabilir dünyaların en…” Bu üç noktayı, “zor, tehlikeli, heyecanlı vs…” gibi bilimum sıfatlarla size seviye atlatacak kanaatleri bilgilerle pekiştirerek doldurmanız gerekir. Ancak eğer acıyı bilinçli bir forma dönüştürmezseniz, metalaştırıp bir kitaba, filme, esere ya da sizi kapıdan geçirecek herhangi bir şekle sokmazsanız, bir de bunun üstüne kapının varlığını ve kapının ardındaki ölümsüzleri sorgularsanız sınır kasabasında hayatına son veren Walter Benjamin’le kader ortaklığınız ortaya çıkar: Bir tür akıl krizi…

iris-recognition-system-6-638Geri dönelim, en azından arılarla dolu devler ülkesi Afganistan’a dair ölümsüzlerin belleğinde neler kaldığına bakmaya çalışalım. “Afgan Kızı” dendiğinde aklınıza Vikipedi tabiri ile “keskin bakışları ve yeşil gözleriyle” Şarbat Gula’nın fotoğrafı geliyorsa ölümsüzlerin belleği sizde de az-çok var demektir. Fotoğrafın çekilme aşamasını ve sonrasını Vikipedi şöyle tarif ediyor: “…1984 yılında Pakistan’da bulunduğu mülteci kampında Steve McCurry tarafından (Şarbat Gula’nın) fotoğrafı çekildi. Gula, kamptaki okulda öğrenciydi. Afgan kadınların fotoğraflarını çekmek konusunda zorluklar yaşayan Steve McCurry, eline geçen fırsatı iyi değerlendirdi. Gula, fotoğrafı çekildiğinde yaklaşık 13 yaşındaydı… 2002 yılının Ocak ayında, bir National Geographic ekibi Gula’ya ulaşabilmek için Afganistan’a gitti… Fotoğrafın göz irisinin biyometri teknolojisi ile incelenmesi sonucu Şarbat Gula’nın bulunan kişi olduğu kesinleşti. Daha önce ya da sonra hiç fotoğrafı çekilmeyen Gula, 1984’te mülteci kampında fotoğrafının çekilişini tüm canlılığıyla anımsıyordu. Seksenli yılların sonunda evlenen Gula üç çocuk annesidir. Gula’nın hikâyesi National Geographic’nin 2002 Nisan sayısında yayımlandı, kendisini konu alan bir belgesel de 2002’nin Mart ayında yayınlandı. Kasım 2016’da Pakistan’a yasadışı yolla geçiş yaptığı için yakalandı ve sınır dışı edilmesi kararlaştırıldı.” ( tr.wikipedia.org/wiki/%C5%9Earbat_Gula )

Devler ülkesinin arıları ile yaşamaya mahkum Şarbat Gula’nın fotoğrafı tarif edilirken ölümsüzlere hediye edilebilecek kelimeleri sıralayalım: “keskin bakışlar ve yeşil gözler”, “Afgan kadınların fotoğraflarını çekmek konusunda zorluklar yaşamak”, “eline geçen fırsatı iyi değerlendirmek”, “ Fotoğrafın göz irisinin biyometri teknolojisi ile incelenmesi”, “kendisini konu alan bir belgesel”. Bu kadar uğraştan sonra artık Şarbat Gula’nın kendisine ait olmayan görüntüsü, ölümsüzlerin hangarında herhangi bir yerde asılmış bir fotoğraf olmayı hakediyor ve Steve McCurry’e sınırlarötesi bir şöhret kazandırıyor. Şarbat Gula’yı da devler ülkesine hapsediyor.

Vikipedi’nin “keskin bakışlara” dair yaklaşımının da, tam olarak ölümsüzlere yakışacak türden olduğunu söyleyebiliriz. Şair Ceyhun Tuna’ya “şiir yazmak meğer ne kadar anlamsızmış” dedirten bir başka keskin bakışların sahibi Ceylan Önkol’u Vikipedi’de aramaya kalkıştığınızda karşınıza ölümsüzler kapısından bir tür red gerekçesi çıkıyor: Önce bir kullanıcı “Ceylan Önkol” maddesini ve sayfasını hazırlamış, ancak bir süre sonra madde ve sayfa ölümsüz moderatörler tarafından “Madde 6: Kayda değer olmayan kişi” gerekçesi ile silinmiş.

Adorno’ya göre Auschwitz’ten sonra şiir yazmak barbarlıkmış. Ancak herkesin de Auschwitz’i kendineymiş. Buna rağmen eğer Güliver ya da Profesör Pangloss olmak isterseniz her daim bilgi ile süslediğiniz bilinçli kanaatlerle ölümsüzlerin kapısında gevezelik yapmanız ve Auschwitz’lerde kayıt cihazlarıyla gezinirken sizi ölümsüz yapabilecek “elinize geçen fırsatı iyi değerlendirmeniz” gerekir.

14448973_1441397042543023_1554842014660594250_n