Avrupa feminizmine pratik bir eleştiri: Berlin’de bir garip 8 Mart! – Geride Kalanlar 16

Berlin’de bir gün öncesinden kadınların kafası karışık: “Acaba hangi 8 Mart” yürüyüşüne gitsem? Türkiyeli kadınların hepsinin zihninde ve dilinde ise aynı cümle: “Bir Taksimler’i yok ki çıkıp hep beraber gidelim!” Avrupa’nın büyük kentlerinde 8 Mart gerçekten moleküler hale gelmiş, sosyalistleri yıllarca kadın hareketini bölmekle suçlayan feministler burada 8 Mart’ın hâkim örgütleyicileri pozisyonunda. Ama ortaya çıkardıkları eser hiç de gurur duyulacak türden değil. Dağınık, parçalı, politik sloganları ve talepleri belirsiz bir 8 Mart! Sadece Berlin’de gün içi yürüyüş ve toplanma için en az üç farklı alan belirlenmiş. Alexanderplatz’daki toplanma ve yürüyüşe destek vereyim deseniz kadın hapishanesi önüne gidip oradan Oranienplatz’a gelecek diğer bir kitlesel yürüyüşü kaçıyor. Berlin’de 8 Mart’ın tatil edilmiş olması katılımı elbette çok olumlu etkiliyor. Kitlesellik gerçekten iyi durumda. Ama resmi bir tatil günü için bu sayının çok daha fazla olması da beklenebilirdi.

Berlin mülteci nüfusunun hiç de azımsanamayacak boyutlarda olduğu Avrupa başkentlerinden biri. Kozmopolit ve kaotik bir kent. Kalabalığı ve dağınıklığı ile İstanbul’u anımsatıyor. Hele Türk ve Arap mahallelerine girdiğiniz zaman… Hemen hemen Almanca bir tabelanın kalmadığı, satılan kıyafetlerden yiyeceklere, mekânların tasarımına kadar her şey Orta Doğu’ya geri döndüğünüz hissini yaratıyor. Yani bir nevi “eve geri dönüş” hissi… Burada Avrupa’nın orta yerinde Avrupa sosyal hayatı ve olanaklarından da yalıtılmış, kendi içine kapalı bir toplum modeli de söz konusu. Dolayısıyla Türk, Kürt ve Arap kadınları için 8 Mart’ta içine girdikleri tablo onlar için ister istemez biraz “garip” kaçıyor. Zira Türkiye’de de 8 Mart dansları, halayları, şarkıları ile zulme karşı kadınlar neşeli bir direniş şenliği ruhu ile kutlanıyor. Özellikle Diyarbakır, İstanbul, Ankara, İzmir gibi politik hareketliliği ile de her anlamda büyük kentlerde 8 Mart’lar hep biraz da devlet baskısı, hep biraz da polis ablukası ve hatta genelde fiili yasaklama, engelleme ve saldırılara karşı bir direniş ruhu ile sokaklara inme anlamı taşıyagelmiştir. Oysaki Avrupa’da bir zamanların çetin sınıf mücadeleleri ile kazanılan haklara haldır huldur saldırmak istemeyen sosyal demokrasi koşulları altında böyle bir tehdit şimdilik söz konusu değil. Polis araçları ve ekipleri yürüyüş ve toplanma güzergahlarının çevre çeperinde görünür olsa da bunlar hali hazırda izinli gösteriye saldıracak bir tehditkarlık taşımıyor. Öğlen 14:00’dan akşam 21:00 sularına kadar Alexanderplatz’dan Oranienplatz’a kadar takip ettiğimiz ana toplanma ve büyük yürüyüşler boyunca polisle tek bir gerginlik bile yaşanmıyor.

Ortadoğulu ve Afrikalı mülteci kadınlar

Bu herkesin kendi halindeki tablosu içinde hep bir gerginlik, hep bir saldırı tehdidi bekleyen ve bu ruh halini taşıyan Orta Doğu’nun farklı coğrafyalarından gelen kadınlar, Avrupalı kadınlara kıyasla şaşkınlar. Zaten ait olamama hissi yaşadıkları bu coğrafyada, sanki buranın kadınları ile de aralarındaki mesafeler hiç kapanmış değil. Ziyaret ettiğimiz Ortadoğulu kadın kortejlerinde Türk, Kürt, Arap ve Farsi kadınlarla yer yer sohbet ediyoruz. Bu grupların pankartları oldukça politik, kaygıları derin, akılları kendi ülkelerinde acaba şu an ne tür saldırılar olup olmadığında. Çalan müziklere, danslara yer yer eşlik etseler de sanki gözlerinde uzak ülkelerindeki kederlerin buğusu var…

Doğrudan rejimi hedef alan 4-5 ayrı pankart ile yürüyen İranlı maoist, komünist ve sosyalist hareketlerden kadınların zorunlu başörtüsüne ve İslami baskıya karşı tepkilerini sistem karşıtı bir şekilde dile getirmeleri dikkat çekiyor. Bu kadınların eylemin belki de en sessiz kadınları. Dans etmiyorlar. Onlar da bir kutlama havasından çok ciddiyet seziliyor. Etraflarında dans eden cıvıl cıvıl Alman kızlar ve ya da her kadının sözünü ifade ettiklerini iddia eden feminist gruplar gelip de eylem boyunca bu mülteci kadınlara selam alıp vermiyor bile. Ne garip? Halbuki işte buradalar, tam da yanı başınızda, tam da 8 Mart’ta. Hani dertlerimiz ortaktı? Hani kız kardeşlik?

Sudanlı kadınların yanına gittiğimizde onlar da ülkelerinde süren isyan ve katliamların kaygısını görüyoruz. Ellerinde bildirileri ile insanlara ülkelerinde yaşananları anlatmaya çalışıyorlar. Pankartlarına katliamların fotoğraflarını yapıştırmışlar. Onlar da ülkelerinin erkekleri ile omuz omuza…

Kapitalizme ve erkek egemen sisteme karşı yazılı pankartları olan diğer bir grup Türkiyeli sosyalist kadınlar. Almanyalı kadınların kendi ülkelerinden çıkan iki figür olmalarına rağmen neredeyse çoktan unuttukları sosyalist kadın önderler Clara Zetkin ve Rosa Luxemburg görsellerini ön plana çıkarmışlar.

Kürt kadınları zılgıtlarını her eyleme taşıyorlar. Bu sene açlık grevleri dolayısıyla gündemleri çok yoğun. Ama Avrupalı feministlerin kürsülerinde hiçbirine yer yok. Sadece Oranienplatz yürüyüşünde Berlin’in tnaınmış bir kadın aktivisti olan bir göçmen kadın coşkuyla söz alıyor. Ama hemen her gösteride aynı kadının söz aldığını ve iyi konuştuğunu söyleyen kadınları dinlerken ister istemez kürsüdeki bu tek sesliliğin burada nasıl bu kadar meşrulaştığını düşünüyor insan. Bu kürsülerde neden hala her bir ülkeden mülteci kadının söz söylemesine yer yok. Berlin’de 25 Kasım eylemlerinde oldukça görünür olan Kürt kadınlarını bu eylemde de kürsüde kendi talepleri ile göreceğine neredeyse emin oluyor insan. Ama beklenti yerini bulmadı. Avrupalı feministler kürsülerini kendi dar grupları etrafında kendilerine saklamayı çok iyi başarmışlar. İşte bu 8 Mart’taki tek başarıları bu olsa gerek! Yeryüzünün onlarca farklı noktasında bu kadar direnen, bedel ödeyen, mücadele eden kadın varken neden ve nasıl hiçbirinin sesi bu kürsülerde güçlü şekilde yankılanmaz? Neden bu kadınların temsilzcilerine söz verilmez? Avrupa feminizmi bu 8 Mart’ta enternasyonal dayanışma konusunda sınıfta kaldı.

Buradaki kadınlar kim pekiyi? Çoğunluğunu gençliğin oluşturduğu bu dinamik kadın tablosunda işçi-emekçi kadın yoğunluğundan çok öğrenci kadınların baskınlığı var gibi. Bir de Avrupa’da nüfusu hiç de azımsanmayacak yaşlılar… Yaşlı kadınların eylemdeki görünümleri gerçekten Türkiye ile kıyaslandığında oldukça yüksek. Burada yaşlı nüfusunun yüksek olması bir yana, yaşlıların toplumsal yaşama katılım oranları da gözle görülür derece de yüksek. Sosyal olarak oldukça aktifler. Spor kulüplerine, koşulara, şehir turlarına, sosyal derneklere giden bir yaşlı nüfus içindeki kadınlar da 8 Mart’ta elbette sokaklara çıkmışlar. İyi ki de çıkmışlar. Onlar kucaklarında, bebek arabalarında, sırtlarında, omuzlarında, kafalarının tepesinde bebekleri ile eyleme katılan anneler ile birlikte eylemin en güzel kadınlarıydı belki de.

Dağınık, parçalı, atomize bir 8 Mart

Sahiden Clara ve Rosa’nın görüntüsü Berlin 8 Martînda neden bu kadar az? MLPD gibi görece büyük Marksist hareketler dışındaki diğer hemen hemen hiçbir grupta Clara ve Rosa’nın görsellerine rastlanmıyor. Bu Berlin feministleri açısından büyük bir kayıp. Zaten kortejlerin ana ses araçlarında da feministlerin pankart ve şiar hazırlıkları hiç başarılı gözükmüyor. Klasik mor bayrak üzerine cinsiyet sembolleri. Bez kağıt üzerine yamuk yumuk yazılmış çarpık çurpuk bez parçaları ses araçlarından sallanıyorlar… Bir eylem disiplininden çok uzak bir görüntü.

Bir yazı, bir şiar, bir talep… Görünmüyor. Koca eylem alanlarını dolaştığınızda bunların hiçbirini çıkartamıyorsunuz. Sorayım deseniz, kime soracaksınız? Herkes o kadar dağınıki parçalı, kendi halinde ki, herkes o kadar bireysel gelmiş bu o kadar belli ki! Ana ekseni olmayan bir tarzda akıp gidiyor bu toplanma ve yürüyüş. Hiç bitmeyen, kesilmeyen, susmayan, desibeli düşmeyen dehşet bir müzik yayını… Güm güm güm! Gerçekten eylem alanından çıktıktan sonra kafanızın dinlendiğini hissediyorsunuz. Bir-iki konuşma yapıldığı sırada şükür ki bu yayın kesildi de kürsüden bir konuşma dinleyebildik. O sırada da kendi aramızda biraz konuşabiliyoruz. Sonrasında sürekli müzik ve dans. Yanınızdaki kadına dönüp “Sen neden buradasın? Senin derdin ne? Talebin ne? Seni buraya getiren ne?” diye soramıyorsun. Yeni biriyle tanışıp diyalog kurmak neredeyse imkânsız. Yani Berlinli feministler hiç de hummalı bir çalışma yürütmemişler. Evet, haftalar öncesinde buradaki kadın hareketlerinden aldığımız bilgiye göre toplantılar yapılmış da yapılmış. Ama bu toplantılar erkeklerle mi yürüyelim, nerede yürüyelim, nerede toplanalım gibi biçimsel tartışmaları pek de aşamamış. Eylemin kalabalık kadın kitlesi kendiliğinden şekilde alanlara akan bireysel kadınlarda oluşuyor… Bu çok bariz.

En örgütlü, en disiplinli görüntüyü çizen LGBTİ’ler!

Eylemde herkesten örgütlü gözüken ve bir arada tablo çizenlerse LGBTTQİ’ler. Onlar kendi renkli bayraklarını çok büyük ve her yerden gözükecek şekilde taşıyorlar, hep yan yana duruyorlar, ayrılmadan hareket ediyorlar. Bu gruplar içinde herkesin elinde mutlaka bir döviz, bir kağıt, bir resim var. Kimse elini kolunu sallayarak gelmemiş. LGBT’ler dertlerini, taleplerini anlatmak konusunda ısrarcı. Trans bireylerin görünümü Türkiye LGBİ hareketlerine göre çok ileri boyutta. Yani burada Trans bireyler LGBT hareketi içinde aktifliklerini de görünürlüklerini de kazanmışlar ve renklerini veriyorlar. Trans bireylerde seks işçiliğine dair taleplerden ziyade “varız, buradayız” şeklinde dövizler dikkat çekiyor. Burada trans bireylerin seks işçiliği dışında hayatlarını bizim coğrafyaya kıyasla daha çok kazanabildikleri bir gerçek. Trans bir kadın “kadınlığını çıkar da gel” diyor mesela. Erkek egemen sistemde erkek zihniyeti taşıyan kadınlar olduğunun ve meselenin biyolojik bedende taşınan cinsiyet olmadığının çoktan farkına varmışlar. O yüzde yanlarından erkek yürümesinden rahatsız filan değillerdir. Onlar kadınlı erkekli, engelli bastonlu tekerli sandalyeli, translı interseksli yani oldukça queer bir omuz omuzalıkla tek bayrak altında birleşmeyi başarmışlar. Keşke Avrupa feminizmi kendini giderek aşan LGBTİ hareketinden bir şeyler öğrense…

8 Mart akşamının özeti: Ruhsuz bir dans, alkol şişelerini toplayan yoksullar

Akşama doğru Oranienplatz’daki kitlesel buluşma oldukça kalabalık. Gerçekten caddede iğne atsa yere düşmeyecek bir kalabalık yürüyüş. Ama bu yürüyüşte insana kendini yalnız hissettiren bir hava var. Örgütsüz kalabalık nasıl da yalnız bir kalabalık… Önce bangı bangız müzik aracının arkasında en kalabalığı üçlü-beşli arkadaş gruplarından daha fazla olmayan bir yığın kadın öylece yürüyor… Fareli köyün kavalcısının peşine takılıp da giden bir sürü görünümünü andırıyor bu tablo. Neredeyse trajik! Kendi kendilerine dans edenler, ellerinde bira boş bakışlarla yürüyenler… Bu yürüyüşün sonu nereye varabilir ki? Ama yine de sonunu görmeden ayrılmak doğru değil. Kottbusser Tor’dan dolanan kitle tekrar meydana geri geliyor, artık hava iyiden iyiye karardı. Artık yürüyüş de bitip sadece durma pozisyonunu alan kitle karanlık ve yüksek müzik altında dans eden bir grup insana dönüştü işte. Köşe başlarında bira şişeleri, herkes hemen hemen sarhoş. Bunun adını böyle koymak dışında yapacak bir şey yok. Erkin Koray şarkısı gibi “Alemin keyfi yerinde yine maşallah!” Dünyanın dört bir yanında ezilen işçi, emekçi kadınlara da kader bir gün güler inşallah deyip geçilmiyor ama. Boş bira şişelerini toplayan Berlin yoksulları kendinden geçmişçesine dans eden kadın kalabalığı içinde o kadar çok şey anlatıyor ki Berlinli feministlere, o yürüyüşe sadece enerji boşaltmak için gelen binlerce kadına…  Kız kardeşlik bu değil. Yanı başındakinin bile derdini dinlemekten mustarip bir kız kardeşlik olur mu? Acı çeken kız kardeşleri için dans etmek dışında yapacağı hiçbir eylem kalmadı kadınların? Müzik anonsu dışında kürsüden söyleyecek bir sözü yok mu feministlerin? Ama o sözlerin boşluğunu müzik doldurmaya yetmiyor.  İran’da rejime karşı dans eden kadınların dansıyla Berlin’de bu kendinden geçmiş dans kesinlikle aynı dans değil. Evet, devrimimiz danslı olacak. İranlı kadınların dansı, Rojavalı kadınların halayları ile bezeli bir dans olacak bu. Baş aldıran, dik duran, karşı tarafı korkutan bir isyan dansı! Berlin’deki dansta bu ruh, bu direngenlik yok.

Hiçbir şey değiştirme tehdidi olmayan bir 8 Mart işte böyle sorunsuzca bitip gidiyor Berlin semalarında. Feminizmin ideolojik çıkmazları pratik olarak kendini şu an en ileri durumda bulunduğu Avrupa ülkelerinde gösteriyor.. Kendi içindeki Almanyalı işçi kadınları yanına çekmekten, mülteci kadınların derdini dinlemekten muzdarip feminizm kapitalizmin kadınlara dayattığı ağır sömürü, savaş, işsizlik ve güvencesizlik sorunlarına karşı bir örgütlenme mecrası olamayacağını bu 8 Mart’taki sunduğu garip tabloyla görmesini gören gözler için gösterdi bile. Sınıf hareketinden kopuk küçük burjuva feminizmi artık kendi yağında, kendi neşesiyle kavrulan halde böyle ne kadar gider bilinmez, ama biz sosyalist kadınlar için bu bir umutsuzluk tablosu değil. Şimdi baskı ve zulüm karşısında halen Taksim’de ortaya çıkan direngen tablo bizim açımızdansa büyük bir umut. Flormar ise sadece bir günde değil yılın her günün işçi kadın mücadelesinin önemini hepimize hatırlattı. Yaşamın her yerinde savaşma iradesini devraldığımız Clara Zetkin’in yolunun doğru yol olduğunu böylece daha iyi anlıyoruz. Bu yolda daha kalabalık yürümek için elimizden ne gerekiyorsa yapmamız gerekiyor. Yoksa içi boşalan tek şey 8 Mart değil,  tüm kadınların ve insanlığın geleceği olacak.

Eylül Deniz – Berlin 2019