Ütopyadan Artakalanlar: City of the Sun Belgeseli Üzerine

Özge Çelikaslan [1]
Rati Oneli’nin ilk belgesel filmi City of the Sun (Mzis qalaqi, 2017), her ne kadar ismini Campanella’nın Türkçe’ye Güneş Ülkesi olarak çevrilen ütopyasından alsa da, ondan “artık” epey uzak, hatta kimi zaman distopik bile bulabileceğimiz iş, emek, üretim ağıyla örülü bir kentin damarlarına nüfuz ediyor… Prömiyerini bu yıl Berlinale Forum’da yapan film, aralarında Želimir Žilnik’in de bulunduğu Saraybosna Film Festivali belgesel jürisinden en iyi belgesel ödülü aldı. Festivalin son günü izleyebildiğim filmden hafif bir baş dönmesiyle çıktıktan sonra yönetmeniyle yaptığım görüşmelerden ve benimle paylaştığı notlardan ortak bir metin oluşturma fikri ortaya çıktı.

Ütopya

City of the Sun, kendine özgü imge ve ses rejimiyle, Gürcistan’da pek de güneşin açmadığı, hayaletimsi bir kentin, Chiatura’nın içine doğru yapılan düş/ün/sel bir yolculuk hissi veriyor. 19. yüzyılda Gürcü şairler ve aristokratlar tarafından idealist emellerle kurulan kent, Sovyet rejimi tarafından bir sanayi merkezi haline getiriliyor. Sonraları Amerikalı milyarder Harriman kente büyük yatırımlar yapıyor; tiyatrolar, üniversiteler, konser salonları, stadyumlar ve parkların ardından, dünyanın ilk ve en büyük teleferiği inşa ediliyor. Tüm bu şaşaalı girişimlere rağmen Chiatura, talihsiz bir ütopik deney alanı olarak terk ediliyor.

2014 yazında ilk kez Chiatura’yı ziyaret ettiğimde, Boris Pasternak’ın sözleri aklıma geldi. 1932’de Sovyet kırsalına yaptığı ziyaretten sonra yaşadığı şok karşısında şöyle yazmış: ‘Orada gördüklerim hiçbir şekilde anlatılamaz. Öylesine insanlık dışı, hayal edilemez bir sefalet ve korkunç bir felaketti ki zihinsel olarak kavranması mümkün değildi, her şey oldukça soyutlaşmıştı.’ Farklı bir yer ve zamanda olmasına rağmen, Pasternak’ın soyut derken neyi kastettiğini içgüdüsel olarak anladım. Bu gerçeküstü güzellik ve aynı zamanda tahribat karşısında dehşete düştüm. Şehirdekilerin bu durumla ilgili kayıtsızlıklarına ve mizahına da bir o kadar şaşırdım. Muazzam zenginliklerle dolu bir toprağa ayak basıp hiçbir şeyin sahibi olamamak… Tehlikeli madenlerin içinde birbirlerine bakıp ölümü görmek ama çamura batmışken bile insanlıktan ve aşktan konuşmak. Benim düşüncelerimi de ‘soyut’ dışında başka bir şeyle tanımlamam zor”.[2]

Onelli, kentten büyülenmesiyle birlikte 2014 yazından 2016’ya kadar ara ara Chiatura’da yaşamaya başlar. Şehri anlamaya ve hissetmeye başladıkça keskin düşünceler ve ilk şaşkınlıklar sönümlenir ve film yapmak için acele etmemeye karar verir. “Şehir zamanın donduğu ve insanların hipnotik bir halde yaşadığı fantastik bir yer. Şehir ve karakterler, post Sovyet bir ülkeden ziyade zamansız bir boyutta var oluyorlar. Kahramanların hayalleri, düşleri ve umutları çürüyen şehrin dokusuna karışıyor”. Filmin yolculuğu, hem kentin yıkıntı imgelerinden oluşan harap dokusuna, hem de karakterlerin hayallerini gerçekleştirme çabalarından oluşan bir gelecek tahayyülüne doğru gelişiyor.

Emek/Makine

city_still_06Filmi fantazmadan gerçekliğe taşıyan öğe ise emek ve makine. İnsanlar ve makineler durmaksızın çalışır. “Filmin karakterleri, hayaletimsi mekanın olağandışı zamanmekanında var olan bedenlerdir. Bedenlerini, yaşamlarının bilinmeyen anlatı sarmalına indirgemek için kullanırlar. Olanaksız gibi görünen gerçek hikayeler filmde kesişir; sporcu kızkardeşler adeta robotlar gibi düzenli biçimde çalışırlar, çünkü hayatta 

kalabilmek için yapabilecekleri tek şey budur. Koşmayı bırakırlarsa tılsım bozulacak, bir facia yaşanacak ve bütün şehir öğütme makinesine dönecek gibidir. Zurab, ailesi ve kendisi için yeni bir hayat kurmak üzere yıkımla uğraşır. Archil ise tiyatro tutkusu ve para kazanmak için madenlerde çalışma zorunluluğu arasında sıkışıp kalmıştır”.

Karakterlerin dünyasına sızdığımız anda yıkım ve yeniden yaratım arasında gidip gelen bir ritme çekiliriz. Zurab’ın salladığı çekiç, kocaman yeşil bir tepeden tüm kente yankılanır. Beton ve demir kirişlere vuran her darbe, Sovyetlerden geride kalanları yok etmeye yönelir. Zurab durmaksızın çalışır. Aynı zamanda müzik öğretmenidir, öğrencilerini çalıştırırken oldukça disiplinli ve katıdır. “Zurab filmin en güçlü karakteri. Mücadele etmeyi seçmiş, hayatta kalmak için yok etmeyi tercih etmiş birisi. Diğer karakterlere kıyasla hayallerinin gücüne tutunuyor”.

Şehirdeki en önemli iş kaynağı madenlerdir. Chiatura eski bir maden şehridir. Gürcistan’ın en zengin manganez madenleri buradadır. Fakat artık küçük bir grup madencinin eski ve yetersiz teçhizatlarla, tehlikeli koşullarda çalıştığı bir gelir kaynağı olmuştur. Madenci Archil, “çoktandır çevresini etkileyebilme gücünü kaybetmiş bir tiyatro oyuncusudur aynı zamanda. Tiyatro, madendeki işi ve ailesi arasında seçim yapamayacak hale gelmiş, koşulların kurbanı olmuştur”. Karanlık manganez madeni, görkemli Sovyet yıkıntıları ve tiyatro sahnesinin arasında beliren koşucu kadınlarsa bitmeyen bir çalışma azminin, işleyen makinenin metaforları gibidir. “Aslında sesleri yoktur. Yapabildikleri tek şey koşmaktır. Sert bir gerçekliğin içinde, hayatta kalabilmek için koşarlar. Olmak için koşarlar”.

Kurgu

güneşinşehri

Filmin tüm öğeleri dönüşümün bir parçasıdır, yolculuk hissiyse, değişen bir öğeden diğerine geçişte, aralıklarda ortaya çıkar. Atonal montaj sıçrayabilir, süzülebilir, şaşırtır fakat asla filmin poetik etkisini azaltmaz. “Her şeye çok sakince yaklaşmak istedim, neredeyse bir meditasyon gibi, filmde bu nedenle mümkün olduğunca tek plan kullandık. Niyetim tek plan serileri ile kesintisiz gerçekliğin içinde akan güçlü bir filmik mekan ve zaman duygusu yaratmaktı. İzleyen herkesin kendi doğrusunu bulacağı başka bir boyut… Bu boyutta kurgu blokları, şiirsel ve birleştirici montajla birbirlerine bağlanır ve izleyicinin sadece karakterlerin hareketlerini takip etmesini değil, filmin dünyasını deneyimlesini de sağlayan süreyi verir”.

Bu deneyim nedeniyle film, çerçeve ve süre gibi zorunlu sınırları aşan bir niteliğe sahip. Ulus Baker rizom metinden bahsettiği yazısında, rizom’un “kopye” etmediğini haritalar çıkardığını söyler. “Unutmayalım ki bir haritaya pek çok yerden girilebilir (hemen hemen bütün noktalarından)”, rizom metinleri başlangıcı ve sonu olmayan, herhangi bir yerinden girilebilen metinler olarak da tanımlar.[3] Bu açıdan film rizomatiktir; dağılır, yayılır, birleşir. Bize klasik bir hikaye anlatmak gibi bir derdi yoktur, tüm görsel rejim, sadece duygulanımsal etkiler yaratmak üzere kurgulanmıştır. “Amacım, izleyicilerin gözeneklerinden sızan ve orada onlarla kalan bir film yapmaktı, zaman zaman şiir gibi soyutlanabilen ve izleyenin biraz daha fazla duygu için tekrar gelebileceği bir film… Başardım mı bilmiyorum, amacım duygusal bir bilgi verebilmek, duygusal etki yaratabilmekti. İzleyenin, tahayyülün duygulanımsal deneyimini yaşayabilmesini istedim. Bresson’un dediği gibi, ‘İnsanların bir filmi anlamadan önce hissetmelerini tercih ederim’“.

Belgesellerden, mekanlara, kişilere, durumlara dair zayıf “izlenimler” edinmeye aşinayız. Belgeselin gücünü zayıflatan bu üretim biçimlerine karşı City of the Sun, haritanın herhangi bir noktasındaki mekanla, insanla ve zamanla derin bağlar kurulabileceğine dair inancı tazeliyor. Dönüşen hayatın akışına katıyor izleyeni.

Film, şu sıralar pek çok yerdeki bağımsız festivallerde gösterilmekte. Belgesel yapım ve gösterim koşullarının giderek daraldığı Türkiye’de de izleyiciyle buluşmasını umalım.

 

 

City of the Sun / Mzis qalaqi / 2017 / 104’
Gürcistan, ABD, Katar, Hollanda
Yönetmen: Rati Oneli, Senaryo: Rati Oneli, Dea Kulumbegashvili, Yapımcı: Rati Oneli, Dea Kulumbegashvili, Görüntü Yönetmeni: Arseni Khachaturan, Ses Tasarım: Andrey Dergachev
Dağıtım: Syndicado, Film Hakları: Birleşik Krallık Institute of Contemporary Arts

 

[1] Bu metin Yeni Film Dergisi’nin Ekim 2017’de basılan 45/46. sayısında yayımlanmıştır.

[2] Alıntılar, Rati Oneli ile görüşmelerimizden, kendisine ait notlardan oluşmaktadır.

[3] Ulus Baker (2009) “Virginia Woolf: Rizom Metin” Yüzeybilim Fragmanlar içinde, der: Ege Berensel, İstanbul: Birikim.