View Post

Kurgu Diyalogları – GerideKalanlar / Görüntünün Sefaleti

Alper: Vaktin olursa şu videoya bi bakabilir misin? Bu video Şengal’den İstanbul’a uzanan tanıklıklar olarak kaldı. Görüntüleri gidip çekmek yerine ya kaydın alındığı yerde yaşayanlardan ya da oraya farklı nedenlerle kayıt almak için gidenlerin kullanmadıkları görüntüleri değerlendirmeye çalıştık. Şimdilik sadece Ankara görüntülerini biz çektik. Video her ne kadar İstanbul’da bitmiş görünse de bir anlamda savaştan ve göçten artakalan görüntülerle sanat yapmanın nafileliğine doğru gidiyor. İmkan bulursak videolar İstanbul’dan uzaklara bir yerlere gidecek. Oktay: Videoyu izledim, Ankara Önder Mahallesi kısımının biraz fazla diyaloglu olması Şengal’den gelen sessizliğin etkisini kırmış gibi durdu. Belki batıya doğru gittikçe insanlar daha çok konuşmaya başlıyorlar olabilir. Devamı gelirse bence etkili bir çalışma olacak. Son bölüm İstanbul’du galiba. İki kez denedim internet çöktü, o bölümü izleyemedim. Alper: Aslında pek de planlı gitmedi bu kurgu ve tanıklıklar. Ankara’da kameraya poz verenler ve konuşmak isteyenler dışında bir şey çekmek istemedik. Bir de kurguda Özge’ye gördüklerimizin kaydında kalmaya gayret etmiş olabiliriz. …

View Post

Archivideo: Gece, Şeytan ve Bizim Çocuklar

Önünüzde bir olayı baştan sona takip eden bir video arşivi durmaktadır. Seyr-i Sokak Video Eylem Kolektifi tarafından kaydedilmiş. Kayıt edilirken bir filme dönüşme ihtimali düşünülerek alınmış sekanslar var ise de asıl olarak haber ve videoact, gelecekteki çalışmalara destek için video arşiv olsun istenmiştir. 2013-2014-2015 yılları, Cami/Cemevi projesine karşı Ankara Tuzluçayır Direnişi. Görüntüler, direniş süreci içerisinde haber ve videoact olarak direnişe destek işlevini tamamlamış, sosyal bilimcilerin, politik araştırmacıların ve belgesel sinemacıların çalışmalarında bir başvuru kaynağı olarak arşivdeki yerini almıştır. Belgeselin geleneksel formlarından biri olan ‘belgesel verité’ yapıyor olsaydınız, zaten olay başlangıcında filminize başlar, oradan çıkarsadığınız veya zaten zihninizde var olan meseleleri takip ederek, olayın kendisiyle etkileşim içerisinde kayıtlarınızı yapardınız, ki sizin görüntüleriniz, hem filminizin ham kayıtları hem de yine arşiv kayıtları olurdu. Ama, bir filmik güzergah, bakış açısı izlenerek yapılmış kayıtlar olarak, olayın politik sonuçları için önemli bir an, belgeseliniz için önemsiz kalarak kayda alınmamış olabilirdi. Olay içinde tek bir öğenin, …

View Post

Arıza: Kamera-Montaj

Bu film aracılığıyla belgeselde montaj meselesine bir başka açıdan bakabilir miyiz derdindeyim. Bir “kamera-montaj“denemesi… Kamera ve montaj değil, kamera ile montaj anlamına geliyor. Sinanköylülerin su pompasını tamir ettikleri, yaklaşık iki buçuk-üç saat süren bir çalışmanın bir buçuk saati, iki MiniDV kasete kaydedildi. Filmin bütünü, bu iki kasetin bilgisayarda montajdan geçmeden art arda eklenmesinden oluştu. Hani ben film diyorum, izleyenler öyle der mi bilmem. Hem de 93 dakikalık bir kısa film… Zamanımızın egemen, fest i food belgeselleri, senaryosu önceden yazılmakla, kağıt üstünde kurguya uygun olarak yapılmış çekim planlarının montajda birbirine eklenmesiyle kuruluyor. Montaj süreci, bir “görsel düşünme, yaratma” süreci değil. Nerdeyse her şey kameranın karşısına geçmeden düşünülmüş, planlanmış, bu planları dolduracak parçacıklar hayattan koparılmak üzere kamera başı yapılmıştır. Ters yönde yol alabilir miyiz? Vertov’dan ilhamla bizim masa başı montajlı yolumuz; her şey olup bitiyorken kamera ile orda olmak, hayatı nasılsa öyle çekmek, kaydettiğin hayata dahil olmak, kendini etkiye açmak, filmi zihnen, …

View Post

GerideKalanlar – 14 / Midilli’de Mülteci Olma Mücadelesi: Sincap Ciddiyetinde Yaşamlar

Nagehan Uskan 29.06.2018 (Bu yazı Bir+Bir Dergisi’nden alınmıştır. https://birartibir.org/goc-ve-multecilik/100-sincap-ciddiyetinde-yasamlar Fotoğraflar: Joaquin O’ryan) Ege’nin lacivert sularında pırıl pırıl denizi, zeytin ağaçları, büyüleyici koylarıyla bir Yunan adası. Uzo, mezeler ve rembetiko… Hayallerdeki bu Yunan adası klişesine tıpatıp uyan Midilli birçokları için dört tarafından suyla çevrili bir hapishaneye dönüşmüş durumda. Adanın tek kenti ve idari merkezi Mitilini’de tekneden indiğinizde bir duvar yazısı çıkıyor karşınıza: “Borders are not vegan”, yani “Sınırlar vegan değildir”. Adada geçirdiğiniz her gün bu cümlenin anlamı da olgunlaşıyor. Denizi her seyre daldığınızda dalgaların hareketi ülkelerindeki savaştan canını kurtarmaya çalışan sayısız kadının, erkeğin, çocuğun bu sulara gömüldüğünü zihninize bir kez daha nakşediyor. Karaya ayak basmayı başaranlarsa hayatlarının geri kalanını bu yolculuğun kolay kolay kapanmayacak yaralarıyla yaşayacak. Bir umutla vardıkları hedef kısa sürede büyük bir hayal kırıklığına dönüşüyor. AB ile Türkiye arasındaki göçmen anlaşmasından sonra Midilli’ye ulaşmaları iyice zorlaşan göçmenlerin çoğu, batıya doğru yollarına devam etme gayesiyle geldikleri bu adada çok uzun süre …

View Post

GerideKalan İçSesler 4 – JhunShun

(Scroll down for English) İnder, elindeki Saadat Hasan Manto öyküsünün sayfalarını daha da büküyor, buruyor. Yüzünde profesyonel bir gülümseme. Karşısında, bu çöple kaplanmış sahilde ne aradığını tersleyerek soran Hindu tapınak görevlisinin aklını almaya çalışıyor. Adam bizi arkadaşlarını çağırmakla tehdit ediyor. Biri geliyor hatta. İnder son kozunu oynuyor. “Neden bu tür soruları evinde bir çay ısmarlayarak ve benimle arkadaş olmaya çalışarak sormuyorsun?” Adamı beklemediği yerden kavrıyor, parmakları Manto’nun buruşmuş hikâyesini daha da sarıyor, görünmez yapıyor. Tapınak görevlisi İnder’in bu profesyonel arkadaşlık isteğine karşı koyamıyor, bizimle birlikte köyde yürüyor. Çocukları Kanada’da yaşıyormuş. Bizden “yabancı olduğumuz için” rahatsız olmuş. Ayrıca burası da büyük şirketlerin göz koyduğu yerlermiş. Yani neden çöp çekiyor olabiliriz ki? Belki de şirketlerin görevlendirdiği insanlarız. Ama sahil burası, hemen yanımızda kriket oynayan gençler, cep telefonlarında bu sahilin onlarca kaydı var. Onlar başka, biz başkayız. Hem ben de hiç konuşmuyorum. Yüzümdeki hiç bir şeyi anlamıyor görünen sırıtmaya güvenmeye çalışıyorum. Tapınağın orada …

View Post

GerideKalan İçsesler 3 – Gülemezsiniz

Parmaklarımdan büyük işler yapıyorum galiba. Ne gerek vardı ki kendi ütopyanı gördüklerine dayatmanın. Bak, aklındaki kirli mürekkep de akıyor ekrana. Bozuk pikselleri meyve bıçağı ile kesmeye çalışırsan, ekrana mürekkep akıtıp beyninden parmaklarına yayılan küflü maviliği izleyerek dalarsan olacağı buydu. Her yerde gereksiz bir yanık kokusu… Bir ekmek kızartma kokusu aklına gelmez. Kesin trajiktir tüm yanıklar senin için. Önünde yığılmış bozuk görüntüler, aklında maviyi bir yerlere sokuşturmak kalmış. Ya tamam zorlama işte, gökyüzü, deniz falan yap bişeyler… Anlamı yoruyorsun. Topladığın görüntülerdeki herkes sana bıkkınlıkla bakıyor. “Ne yapacak şimdi yine, yine hangi şekle koyacak bizi. Bizi ekranda sabah akşam ağlatırken bizim şu an uyuduğumuzu biliyor mu?” “Hayır uyumuyorsunuz, uyumamanız lazım. Ekranın içinden çıkamazsınız, bir kere gözyaşlarınızı bıraktınız kayda. Artık onlar sizin değil. İstediğim yerde istediğim zaman ağlayacaksınız bundan sonra. Ama her birinde de bir anlam olacak merak etmeyin. Aralık imaj akışına göre, sizden önce ve sonra eğleşenleri kötülemek için ağlayacaksınız. Çok büyük …

View Post

Ütopyadan Artakalanlar: City of the Sun Belgeseli Üzerine

Özge Çelikaslan [1] Rati Oneli’nin ilk belgesel filmi City of the Sun (Mzis qalaqi, 2017), her ne kadar ismini Campanella’nın Türkçe’ye Güneş Ülkesi olarak çevrilen ütopyasından alsa da, ondan “artık” epey uzak, hatta kimi zaman distopik bile bulabileceğimiz iş, emek, üretim ağıyla örülü bir kentin damarlarına nüfuz ediyor… Prömiyerini bu yıl Berlinale Forum’da yapan film, aralarında Želimir Žilnik’in de bulunduğu Saraybosna Film Festivali belgesel jürisinden en iyi belgesel ödülü aldı. Festivalin son günü izleyebildiğim filmden hafif bir baş dönmesiyle çıktıktan sonra yönetmeniyle yaptığım görüşmelerden ve benimle paylaştığı notlardan ortak bir metin oluşturma fikri ortaya çıktı. Ütopya City of the Sun, kendine özgü imge ve ses rejimiyle, Gürcistan’da pek de güneşin açmadığı, hayaletimsi bir kentin, Chiatura’nın içine doğru yapılan düş/ün/sel bir yolculuk hissi veriyor. 19. yüzyılda Gürcü şairler ve aristokratlar tarafından idealist emellerle kurulan kent, Sovyet rejimi tarafından bir sanayi merkezi haline getiriliyor. Sonraları Amerikalı milyarder Harriman kente büyük yatırımlar yapıyor; tiyatrolar, …

View Post

GerideKalan İçSesler 2 – Vertov’un Kabusu

“Üzerinde konuşulamayan konuda susmalı.” L.Wittgenstein – Tractatus Önce Google’a yazalım “Suriye’de savaş”, oradan da “videolar” sekmesine geçelim. 0.29 saniyede 4.850.000 sonuç. İnternet yavaş sanki… Aramayı biraz rafineleştirmeliyim. Yüksek kalitede arama seçeneği sağ olsun. Peki tam olarak ne aramalıyım? Acaba “tag”lar versem bir işe yarar mı? Mesela? Göç, yıkım… İngilizce tabii ki… Yapacağım videoda çok kanlı şeyler istemiyorum. Kan olacaksa da izi olsun ki izleyici hemen kaçmasın. Zaten youtube da bunları göstermiyor. Hep aynı bildik patlama, bombalama görselleri de olmamalı. Kafa kesme görüntüleri de zaten eskidi. Bir metafora ihtiyacım var. İzleyiciyi şaşırtmalı, daha önce görmediği bir bakış, anlatım tarzı gibi mi? Yok tam olarak öyle değil. Bir videoda Halep’ten taşınan bir aile yanına duvar saatini almış. Duvar saati, hmm… Bu, çok iyi bir metafor olabilir. Saatin markası Damaşk. Evet evet, buradan yola çıkabilirim. Ama… Bochert’in böyle bir kısa öyküsü var. 2. Dünya Savaşı’nda duran bir saati anlatıyor. Yani özgün bir fikir …

View Post

Geride Kalan İç Sesler 1 – Hasan’ı Beklerken

İki gün önce sürünerek çıktığın arabada unuttuğun telefonda cevapsız çağrılar kaldı. Biraz önce, bu daracık mevzide zamanın boşluğundan aklının derinlerine düşmeden önce hatırladın iki gün önceki cevapsız çağrılar. En zor zamanlarında en gereksiz şeyler kafanı dolduracak illa ki… Sanki aylardır uğramadığın evde ocağı açık unuttun, muslukları da kapatmadın. Sen dönene kadar evde yangın çıkacak, çıkan yangını da evi basan sel söndürecek. Komik geliyor sana böyle basit zıtlıklar. Ağlamak üzereyken gülmek gibi değil, ama bu mevzide elinde tüfekle keskin nişancıyı oynarken kendine laf sokmaya çalışmaya çalışıyorsun sanki. İyi, sen bilirsin. Boşlukta böyle gül kendi kendine… Ortalıkta bir ayna da yok ki şu yüzündeki rezil sırıtma hali aklına kazınsın. Ayna olsa üzerindeki rezil kamuflaj giyisis içinde cücük gibi kaldığını da görecektin ama neyse… Ama yine de telefonu arabadan almış olsaydın iyiydi. Arayan her kimse sana muhakkak çok önemli şeyler söyleyecekti, ki defalarca cevapsız kalmayı önemsemeden sürekli aradı. “Aslında açsaydım da sadece üzerimde …

View Post

Videoeylem: Sınırlar, Yurt ve Kavga

Oktay İnce 2000 yılı, milenyumun başlarında Karahaber adıyla VideA’dan, video ile sanat eylemekten farklı bir uğraşa doğru kaydığımızda videoeylemin bir yurdu yoktu ülkemizde. Varsayabileceğimiz tek yurt ise haberci ile belgesel sinemacı tarafından işgal edilmiş, ikisinin arasında sallanıyor, itilip kakılıyor, ya haberciliğin bir parçası ya da belgesele yandan dahil edilerek söz alabiliyorduk. Aslında söz bile almıyorduk çünkü Ulus Baker üzerinden Vertov’un “hayat nasılsa öyle”sini sayıklayıp duruyorduk. İcraatımız var sözümüz yok idi. Batıdaki anlamıyla videoaktivizmin pratiği ve ithal ezberleri üzerinden emaneten yerleştirildiğimiz yerlerde ise diken üstündeydik. Bir sınırdan, sınırlarımızın genişlemesinden bahsedebilmemiz için kendimize bir yurt açmak, o yurda yerleşme zorundaydık. Bu gün,yurttaş haberciliği, belgesel sinema veya video aktivizmden farkı görülebilir hale geldikten sonra, videoeylemciler olarak anılmaya başladığımıza göre, artık bir yurdumuz var. Dolayısıyla yurdumuzun da giderek genişletebileceğimiz sınırları. İster köylüler ister göçebeler, yurt adlandırmasının ataları, kavgasız yurt edinilemeyeceğini bilirler. Biz de, belgesel sinema, habercilik ve videoaktivizm ile farklılıklarımızın üzerinden çok kavga ettik, …

View Post

Devrim’in Sineması: Odessa Kaldırımlarında Ayaklanan Sine-Göz

Alper Şen Ayrıntı Dergisi Sayı: 23 – Ekim Devrimi Sayısı Sovyet Devrimi dünya tarihinin akışını değiştirirken, bu devrime tanıklık eden Sovyet yönetmenleri ve sinema düşünürleri de eserleri ile sinemayı yeniden tanımlayarak, hareketli görüntünün akışında devrimci bir anlatım estetiği kurgudılar. 1920’lerde Sovyetler Birliği, bu nedenle Devrim’in nasıl yazılması, anlatılması, kaydedilmesi ve nasıl kurgulanması gerektiğine dair hararetli bir tartışmanın sürdüğü yıllar oldu. Bu tartışmaların merkezinde kalan, birbirlerinden tamamen farklı tarzlarda yapılan iki film, Potemkin Zırhlısı (1925) ve Kameralı Adam (1929) ve bu iki filmin yönetmenleri Sergei Eisenstein ve Dziga Vertov, sinematografide yaptıkları devrimle bugünün hareketli görüntü estetiğinde kalıcı iz bıraktılar. * Odessa Kaldırımları’ndaki Devrim: Sergei Eisenstein Sergei Eisenstein, “Potemkin Zırhlısı”nın (1925) “Odessa Kaldırımları” sahnesindeki her kadrajın ve her kamera hareketinin sinema tarihinde ve tekniğinde bir devrime işaret ettiğini biliyor muydu emin değiliz. Ama emin olduğumuz bir şey, Eisenstein’in bu sahnede geliştirmiş olduğu anlatım tekniği ve estetiğinin bugünün sinema dili için bile hala …

View Post

Akademik/Politik Doğrulayıcı Olarak PoVe, AkEl ve Diğerleri

Oktay İnce PoVe genellikle isimsizdir,”iki genç”, “somalı bir çiftçi”,”Soma’dan gelen işçi”,”Kınıklı kadınlar” onlardır İktidar ve tabii ki direniş, insanın kendi içine yerleşecek kadar mikro bir hal aldığında, ruhumuzun bedenimiz üzerinde, zihnimizin ruhumuz üzerinde kurduğu iktidardan söz etmeye başladığımızda, bilgi, çoktan bir iktidar aygıtı olarak ilan edilmişti, hem de en kabasından. Bilgi, gömlek gibi üzerinden sıyırıp  kurtulacak bir şey olmadığından, bilgimizin hem nesnesi hem müşterisi olan halk, yani “bilmeyen” ile “bilen” arasındaki denkleşme nasıl sağlanabilirdi? Modern zamanlarda Marksist yol, onları “kendinde” iken “kendisi için” haline getirecek bir bilinçlendirme faaliyeti sonunda bu denkleşmenin sağlanması idi. Ama şimdi artık makro iktidar algısının mikro iktidar algısına dönüştüğü zamanlarda bilginin özgürleşme perspektifinin yeni bir biçim alması icap ederdi. Çatal çatal bilgi yollarından birisi, bilgiyi okulların, kitapların, aydınların yazanların çizenlerin, insanın bildiği şey olmaktan çıkarmak oldu. Doğa da her şeyi zaten bilirdi. Kendi doğasını bilirdi, doğanın doğasını bilirdi. Kediler fareyi, kuşlar uçmayı bilirdi, ve başkasına öğretirdi. …