İstanbul’un Artığı Sonsöz: Baştan başlayalım…

Artıkİşler / 30 nisan 2014 –

Bu çalışmaya başladığımızda İstanbul’da toplayıcıların yaşadığı sorunları dile getirerek, bir çevre sorununun ardında kalan emek ve çalışma güvenliği sorunlarını anlatma niyetindeydik. Bunun için de İstanbul’un ve görünürlüğün merkezi olan Beyoğlu ile bundan 10-20 yıl önce şehrin çeperinde kalan ve 1993 yılındaki çöp dağının patlaması sonucu ölen 39 kişinin hatırasının hala canlı olduğu Ümraniye’de toplayıcıların yaşadıkları sorunları anlatan 12 video yapmayı planlamaktaydık. Ancak zamanla yapmayı amaçladığımız videolar ve anlatmayı umduğumuz hikayelerin içeriği ve sayısı değişti, yapmayı planladığımız bu çalışmaya dair algımızın değiştiği gibi…

2001’de Ankara’da kağıtçılarla karşılaşmamızda onlardan ilk öğrendiğimiz, çalışma koşullarının zorluğu ya da gündelik yaşamdaki sıkıntılarından önce, zorunlu Kürt göçüydü. O zamanın Ankara’sına ve çalışma koşullarına dair yaşadıkları sıkıntılar, zorunlu göçün travmatik sonuçlarının ardında kalmıştı. Toplayıcıların yaşamlarına tanık olduğumuzda bu sektörün sıkıntılarından önce insanları toplayıcılık yapmaya sürükleyen koşullarla yüzleşemediğimizde dile getireceğimiz sıkıntıların mevcut adaletsizliğe sadece bir “çevre düzenlemesi” getireceğini düşünüyorduk.

Video izlenimlerde bahsettiğimiz Baudelaire’in “Kötülük Çiçekleri” kitabı (1857), bildiğimiz kadarıyla “Toplayıcının Şarabı” (Le vin des chiffonniers) şiiriyle toplayıcıları literatüre dahil eden ilk çalışma… Baudelaire’in toplayıcıyı modernizmin çarkları arasında ezilmiş bir birey olarak tanımladığı söylenir. Baudelaire’in şiirinde bahsettiği toplayıcı ile nasıl karşılaşmış olabileceği hakkında fikir yürüttüğümüzde ise 1850’lerin Paris’i karşımıza çıkıyor. Bu yıllarda şehir baştan sona yeniden inşa edilirken fakir mahalleler de zengin mahallere geniş yollarla bağlanmış. Baudelaire, Paris’te toplayıcılardan bahsettiği gibi, 1850’lerdeki kentsel dönüşüm sonrasında sevgilisi ile bir kafede mum ışığında başbaşa iken geride kendisini izleyen “aç gözlerden” de bahseder. Fakirlik artık gözle görülebilir yığınlar halinde sokaklardadır.

Konumuz Baudelaire değil, yerimiz de Paris değil, ancak günümüzde İstanbul, dünyada kentleşmenin ve dönüşümün marazi hallerinin ortaya çıktığı Pekin, Sao Paulo, Kahire gibi birçok metropolünde olduğu gibi toplayıcılar üzerinden yeniden ve yeniden tarif ediliyor.  Keskin sınıf çelişkilerinden göçe, çevre sorunlarından kentsel dönüşüme dek bir çok anlatının simgesine dönüşen toplayıcının görüntüsü toplayıcıya taşımakta olduğu çuvaldan daha ağır anlamlar yüklüyor ve çoğunlukla toplayıcı da bu taşımakta olduğu anlamlardan habersiz oluyor.

 

Toplayıcının kazancını sağladığı madde olan ve mülkiyetinden vazgeçildiği için sokağa bırakılan atık, şehirleşmenin ve tüketim kültürünün kaçınılmaz sonuçlarından birisi. Şehirlinin ve şehri yönetenlerin atıkla kurduğu/kurmadığı ilişki de çoğunlukla toplayıcının, atığın geri dönüşümdeki yerini belirliyor. Kentli, toplayıcılığı genellikle işsizliğin son raddesinde yapılan bir iş olarak görüyor. Metropollerde niteliği ve niceliği hızla artan atık, atıkla geçinen insanların hayatlarını dönüştürürken geri dönüşümün piyasa koşullarında artan önemiyle birlikte kapitalizmin en vahşi alanlarından birini de ortaya çıkarıyor. Bununla beraber güvencesiz çalışma koşullarının en altındaki toplayıcılar-kağıtçılar-geri dönüşüm işçileri romantik ve gizemli anlatımlarla övülürken kayıt dışı çalışma alanları onların aleyhine olacak şekilde deşifre olabiliyor.

Ankara Büyükşehir Belediyesi bundan birkaç yıl önce toplayıcıları, kağıt ve plastiği kendi anlaşmalı şirketlerine piyasa fiyatının altında satmaya zorlamıştı.Toplayıcılar buna yanaşmadığındaysa, bir yandan belediyenin zabıtaları toplayıcılara göz açtırmazken bir yandan da belediye, kendi yayın organlarında “kaçak çöp avcıları” olarak tanımlamıştı. Zamanla toplayıcılar pes edip belediyenin istediği fiyatta ve anlaştığı firmalara topladıklarını satmayı kabul ettiklerinde ise, aynı kişiler, aynı yayın organları tarafında “çevre gönüllüleri” olarak ilan edilmişlerdi.

Bunun gibi bir çok örneğe şehirlerdeki farklı belediyelerin atık yönetiminde rastlamak mümkün. Atığın artan niteliği ve niceliği bir yandan hepimizi çevreye daha duyarlı hale getirirken, toplayıcının görüntüsü ise kendi sorunlarının dışında bir simgeye dönüşüyor ve öyle tarif ediliyor. “Bir çevre sorununun çözümü noktasında katkısı olanlar”, “işsizliğin görünmeyen yüzü”, “zorunlu göç mağdurları”, “çöpü dağıtanlar/karıştıranlar” gibi bir çok tanımlamanın içerisinden geçen toplayıcılar-kağıtçılar-geri dönüşüm işçileri günlük kazançları peşindeyken bilginin az, kanaatin fazlasıyla yer aldığı söylemlerin içerisinde farklı tariflere maruz kalıyorlar.

Bu farklı ve kimi zaman da fazlasıyla alegorik/şiirsel tanımlamalar içerisinde kentli, kendi atığını tanımlayamadığı / ya da bunu reddettiği için toplayıcıyı genel kanaatlerle tanımlayarak bu süreçten temiz çıkmaya çalışıyor.

Bu nedenle toplayıcıyı değil de kendi atığımızı tanımlamaya çalıştığımızda ya da atığın sokaktaki dönüşümünü ve el değiştirme hallerini takip ettiğimizde temiz, şiirsel kanaatlerin cilasının söküldüğü gibi atığın dilinden kentliyi ve kentlilerin birbiriyle ya da atığı geri dönüştürenlerle kurduğu/kuramadığı ilişkiyi yeniden tanımlamak da mümkün olabiliyor. Eğer atığın yeniden metalaştığı ve pazarlanabilir hale dönüştüğü ya da zehirli bir madde olarak bırakıldığı alanlara bakabilirsek kendi atığımızla kurduğumuz ilişkiyi de yeniden tarif edebilecek hale geliyoruz.

 

Bu şehirde herkes günde ortalama 1 kilo atık üretiyor. Bu atık ise kişiye, kişinin yaşam tarzına, yaşadığı yere kadar bir çok değişkenin sonucunda üretiliyor. İstanbul’un Artığı bu nedenle bir genelleme yapmak yerine İstanbul’un merkezinden (Beyoğlu) kıyısına doğru (Ümraniye) atığın izini takip ederek ve kişisel bir harita oluşturarak atığın metaya dönüştüğü, yeniden dolaşıma sokulduğu alanlara bakmaya çalıştı. Bu alanların çoğundaysa toplayıcılara denk geldi. Çalışma güvenliğinden çocuk işçi emeğine, kentsel dönüşümden zorunlu göç mağdurlarına dek atığa dönüşmüş, kurcalandığında bedenen ve ruhen hasta edecek hallerin içinden geçerek Ümraniye’deki eski çöplüğün 28 nisan 1993’teki patladığı ve 39 kişinin öldüğü yere ve zamana atığın 27 gün boyunca 27 farklı halini tarif ederek gitmeye çalıştı.

30 nisan 2014

artıkişler

Leave a Comment