GerideKalan İçSesler 2 – Vertov’un Kabusu

“Üzerinde konuşulamayan konuda susmalı.”

L.Wittgenstein – Tractatus

Önce Google’a yazalım “Suriye’de savaş”, oradan da “videolar” sekmesine geçelim. 0.29 saniyede 4.850.000 sonuç. İnternet yavaş sanki… Aramayı biraz rafineleştirmeliyim. Yüksek kalitede arama seçeneği sağ olsun.

Peki tam olarak ne aramalıyım? Acaba “tag”lar versem bir işe yarar mı? Mesela? Göç, yıkım… İngilizce tabii ki… Yapacağım videoda çok kanlı şeyler istemiyorum. Kan olacaksa da izi olsun ki izleyici hemen kaçmasın. Zaten youtube da bunları göstermiyor. Hep aynı bildik patlama, bombalama görselleri de olmamalı. Kafa kesme görüntüleri de zaten eskidi.

Bir metafora ihtiyacım var. İzleyiciyi şaşırtmalı, daha önce görmediği bir bakış, anlatım tarzı gibi mi? Yok tam olarak öyle değil. Bir videoda Halep’ten taşınan bir aile yanına duvar saatini almış. Duvar saati, hmm… Bu, çok iyi bir metafor olabilir. Saatin markası Damaşk. Evet evet, buradan yola çıkabilirim.

Ama… Bochert’in böyle bir kısa öyküsü var. 2. Dünya Savaşı’nda duran bir saati anlatıyor. Yani özgün bir fikir gibi olmuyor bu duran saat mevzusu. Off, bilmiyormuş gibi, okumamış gibi mi yapsam… Ama hikaye internette de var. Yok olmaz, mevzuyu apartmışsın derler. Başka bir şey bulmalıyım.

Çocuk oyunları ile başlasam… “Fikriniz güdükse, görüntünüz kötüyse çocuğu kadraja alın.” Mesela patlama sonrası yıkıntılar içerisinde dolaşan çocuklar. Yok, bu çok kör göze parmak olur. Fonda dursalar neyse… Ama yıkıntılara odaklanabilirim. Yıkıntılardan çıkan nesneler, mesela misketler… Evet şekil bir anlatım olur bu sanki… Sonra bu misketleri bulan hayali bir çocuğun göç yolculuğu ile devam ederim. Zamanla misketlere geride bıraktığı arkadaşlarının isimlerini versin. Tüm aramalarda, kontrollerde misketlerini mücevher gibi saklasın.

Sonra? Misketlerle konuşmaya başlayabilir çocuk. Bir yandan ailesinin yaşadığı sıkıntılara alt açıdan baksın, hiç bir şeyi anlamıyormuş gibi sorular sorsun çocuk olduğu için. Ama aslında anladığı da bizim anlamak, konuşmak istemediğimiz şeyler olur böylece. Evet, güçlü bir metafor gibi sanki bu misketler. Ama bu açı da bir yerden aklıma geliyor sanki. Ah evet! “Bisiklet Hırsızları” filmindeki çocuğun bakış açısı gibi. “Bisiklet Hırsızları”nda varsa kesin onlarca filmde de vardır. Yani apartma saymazlar ama, esinlenme gibi olabilir… Yine de biraz daha bakmalı internete.

Off, birisi misket oyunu üzerinden Afgan göçmeni bir çocuğun başına gelenlerin kısa videosunu yapmış. Tüh, bu da olmadı. Belki içeriği değiştirebilirim. Yani misket değil de ne olsun? Yok, bu fikirden de soğudum. Çocuğu konu almak zaten kolaycılık. Uğraşılmış bir şey olmalı, yani izleyen “Nereden bulmuşlar bu fikri? İyi düşünmüşler, biz hiç böyle bakmamıştık savaşa” demeli…

Şu videolara geri dönelim. “Suriye’deki Savaş Gerçeği” “Suriye Savaşı’nı Anlamak”.. Bunlar eski mevzular, modası geçmiş anlatımlar, ama yine de bir bakmak gerek. “Beş Dakikada Suriye Savaşı”, “Bir Dakikada Suriye’deki Savaşın Gerçek Nedeni”. Animasyonlar çok şık. Tasarımlarda acaba şablon mu kullanmışlar? Bu şablonları 20-30 dolara alabilirim aslında. Hatta kaligrafik bir şeyler de düşünebilirim. Yani bir-iki kelimeyi, seslerle beraber şekil bir fontla ekranda tutsam… Yok, gereksiz bir fikir sanki. Çok tasarım olsun istemiyorum. Gerçekmiş gibi dursun. Bir de After Effects’i iyi bilmek lazım bunun için.

Ama sesler yine de kullanılabilir. Yani ses kuşağında ayrı bir tarz düşünmek mümkün. Uçak seslerini, bombardıman seslerini, bağırış çağırışları toparlayıp, bunları başka bir görüntü üzerinden düşünmek gibi… Bu kesinlikle çarpıcı bir tarz olabilir, ama gergin sesler başka bir görüntüye düşmeli. Mesela sakin bir Avrupa kentinde meydanda yürüyen insanlar ve bu savaş sesleri. Klişe, ama çalışır. İyi planlarsam çok da şık durabilir. Oksimoron iyi kurgulanırsa, mevzuyu zekice tasarlanmış gibi gösterir. Bunu bir olasılık olarak tutalım bir yerde.

Bu youtube videolarını indirebiliyor muyuz acaba? Copyright var bunların hepsinde. Ama kadrajlarını kurguda bozsam, birkaç renk efekti falan atsam kim bilecek. Yine de indireyim bunları, bir yerde kalsın. İzleyiciyi savaş görüntüsüyle yormamak lazım. Ama bir şekilde de göstermeli bunları. Görüntülerin hızını artırsam, araya da reklam görüntüleri falan atsam savaş görsellerinden kitlesel sıkılmışlık halinin ifadesi gibi olur belki. Hem de böylece savaşı da dolaylayarak göstermiş olurum. Evet, bunu da not almalı.

Patlama sırasında kameraların titremesi iyi bir efekt gibi duruyor. Bunu kullanmalı, hatta titreyen sağa sola kayan koşturan kamera açıları da bulmalı. Sonra da bu açıları tepeden, havadan sabit açılarla karşılaştırmalı, çarpıştırmalı, sıralamalı… Aksiyon filmi gibi olmasın ama capcanlı olsun kurgunun akışı ölümleri, yıkımları gösterirken. Bakış açısı kırılmaları desem… Yani “siz izlerken, biz yaşarken” gibi olacak. Bu da bir yöntem kurguda, ama yeterli değil. Yakın planlar olmazsa çarpıcı olmayacak kurgunun akışı, yakın planlar bulmam lazım…

Politik mevzulara çok dalmamak gerek. Ülke ismi vermemek lazım. Şimdi “siz necisiniz” gibi şeyler sorarlar, göstermezler falan. Mevzu evrensel dedirtmem lazım. Yaşlıların bakışları dramatik oluyor. Yani yıkıntılarda zorlukla yürüyen yaşlı birinin yüz ifadesi mesela. Klişedir, ama iyidir. İnsanlık, uygarlık gibi soyut mevzulara kibarca küfredersem kimse üzerine alınmaz. Evet bunu da not etmeli.

Buldum! Klor gazı saldırısında öldürülen tavuklarını anlatıyor bir adam. Evet ya, ölen hayvanları göstermeli, yani bizim kavgamızda doğa elden gidiyor gibi. Palmira’daki antik eserlerin yıkılışı da olmalı. Ama bunların videosunda logoyu ekranın tam ortasına koymuşlar. Nasıl silicem bu logoyu, ya da silmeden mi göstersem… Olabilir, ama o zaman da… Off, özgün bişey olmıycak. Ekranı 8’e falan bölsem, sadece yıkıntının bir parçasını göstersem, belki o zaman logo kendisini çok belli etmez.

En iyisi yıkılmış şehirde gezenlerin kayıtlarını derlemek. Böylece Dziga Vertov’a da selam çakmış olurum. Yüzyıl öncesinin “Kameralı Adam”ının gezindiği şehir ile bugünün şehirlerinin yıkıntısında gezinen kadrajlar. Üzerine bir sürü dipnotlu laflar da edebilirim o zaman…

Bir cümlelik alıntı bulmak lazım filmin sonuna ya da başına. Kimden olsa acaba. Deleuze (ağır kaçar) Benjamin (çok kullandım) Marx (eskidi artık) Foucault (abartmamak gerek), Negri (olabilir, ama tek cümlede anlatamıyor hiç bir şeyi) Edward Said (okumadım, yine de bakmak gerek) İronik olsun, hüzünlü de olsun. Kafa da karıştırsın. Kim olabilir acaba… Google’dan çıkar bir şeyler kesin. Birileri listelemiştir böyle şekil cümleleri muhakkak.

Sıkıcı görünen uzun planlarda falan müzik kullansam da izleyici baymasa… Ama ud falan gibi yerel olmasın. Basit kaçar. Biraz ritmik bir akış mı kurgulasam acaba. Yani belli belirsiz atonel bir müzik. Sonra ani sessizlikler, silah sesleri arada gidip gelse… TV kayıtlarını da düşünmek gerek. Geçişlerde iyi olabilir. Eğlence programlarında “heyecandan öldüm, çok korktum” gibi kelimeler ayıklayıp koysam aralara… Şekil bir kurgu akışında anlatamadıklarımı, kaç kişi ölmüş, kaç kişi göç etmiş gibi teknik bilgileri de haber spikerine anlattırırım.

Eski filmleri de taramak gerek. Hatta kült filmleri düşünmeli. Mesela, “2001 Bir Uzay Macerası” yerinde “2017 Bir Suriye Macerası”. Şiddetin, kavganın insanlık tarihi ile olan bilmemnesini anlatmış olurum. Ama filmde maymunlar falan var. Yok, olmaz bu kesinlikle. Bu biraz fazla oldu, uymayacak. Unut gitsin. “Ulis’in Bakışı” olabilir aslında. Hem bir yolculuk hikayesi, hem de görüntü arayışı içinde yönetmen fonda Balkan Savaşı’nı anlatıyor. “Leyleğin Geciken Adımı” da olabilir. Kürtler çaresizlik içinde sınırlarda sıkışmışlar. Zaman algısını da kırmış olurum belki. Zamansız işler her zaman şekil durur. Siyah-beyaz filmlere de bakmalı. Arada şık durabilir, aman eklektik durmasın.

Ama ben bir şey çekmemiş oluyorum. Belki sokaklarda bir şeyler kaydedebilirim. Meydandaki Suriyeliler mesela, ya da pencereden dışarıya bakış, yani kendi konformist şeyimden duyduğum rahatsızlığı da anlatmış olurum. Yani “bir şey yapamıyoruz bu savaşı engellemek için, sadece izleyebiliyoruz, oysa savaşın izleri her yerde” gibi biraz çaresizlik serpmek gerek filmin akışına. Bunu da bir yere sokmalı kurguda.

Bir son lazım tüm bunlara. Yani bir yerde konuyu bağlamalıyım. Sınırda bitebilir mesela. Ama o zaman göçü nasıl anlatacağım? Ege Denizi’nde mi bitirsem? Dalgalarda batıp çıkan bir kuş mesela, üzerinde de sesler… Ses efektleri işe yarayabilir, gülen çocuklar falan… Ya da sahile vuran nesneler. Yok, olmaz. Sahile vurma mevzusu da artık çok klişe. Başka bir şey mi bulsam? Şimdilik dalgalar iyi. Belirsizlik gibi bir halde bitirmek, “izleyiciye filmi ve bu göçü kendi algısı ile tamamlamasına imkan tanımak istedim” vırt zırt diyerek bitirsem…

Adorno bir yerde Ausschwitz’den sonra sanatın anlamsızlığı üzerine bir şeyler yazmış. Amaan, o da öyle uzaktan yazmış habire. Benjamin’i kurtarsaymış ya öyle ahkam keseceğine. Yine de tam olarak ne dediğine bakmak lazım. Kesin Minima Moralia’dadır.