Pelin Tan
İstanbul’un Artığı – 2014
scroll down for english version –
Atık/Artık emek, kentsel bağlamda ve mekânda düşünüldüğünde karmaşık ekonomik ve varoluşsal ağlar sunuyor bize. Videogramların yansıttığı jestler, eylemler ve kamera ile diyalog, ortaklaşan fakat çok belirli olmayan bir emek türüne ve koşullarına işaret ediyor. Atık toplayıcıları bağlamında etnik, göçmen, işçi, kadın, çocuk gibi emek koşullarını etkileyen etmenler katmanlaşarak, gündelik eylemler içinde dönüşüyor. Tekil bir emek tanımı yapmak zorlaşıyor; “güvencesiz” olarak tanımlamak yetersiz kalıyor. Türlü emek ve koşullarının gün içinde; toplama, ayrıştırma, çay içme, ardiye, satış, yürüme, arama, karşılaşma gibi eylemler bir turnusol kâğıdı gibi videocunun çalışma koşulları ile kesişiyor. Sanki her bir üretilmiş videogram bu katmanlı, farklı emek üretimi ile birleşiyor. Bu kesişen ve süregiden görsel hafıza üretilen artık değerin potansiyellerine odaklanıyor. Videocunun ve atık toplayıcısının ortaklaştıkları güvencesiz emek koşulları, kendi içinde hem kentte varoluş biçimleri, hem de kentsel mekâna dâhil olma ve kenarda kalma sınırlarını içeriyor. Emek ve eylem arasındaki ilişki ve yeniden tanımlama durumu belirsizleşiyor. Güvencesiz emeğin tanımına dair kavrayışımız büyük ölçüde, emek sömürüsüne ve istihdam güvenliğinin olmayışına yol açan zaman/iş çerçevesine dayanıyor, ama bu koşullar zorunlu olarak farklı iş türlerinde o iş türüne göre yaşadığımız deneyime karşılık gelmiyor. Daha çok, güvencesiz emek ile üretim çelişkisi, özerk yapılar ve ağlarda bambaşka bir biçimde varlık gösterebiliyor. Kâğıt üzerinde güvencesizlik bazen o “işin” yapılabilirliğine olanak veriyor. Bir yandan tüm dönüşümleri ile birlikte kentsel alanda var olma ise hem videocuyu hem kâğıt toplayıcısının emeğini kırılgan kılıyor.
Ücret alarak kısacası para için yapılan video görüntü kayıt ve kurgusu sırasında verilen emek, yapılan iş atık toplayıcılarla üretilen videogram üretim emeğinden nasıl farklılaşıyor ya da ne durumda ortaklaşıyor? Görüntünün emeği ne koşulda eylem oluyor? Ya da kesişen emek süreçleri hem videocuyu hem atık toplayıcısını hangi an da ve jestte ortaklaştırıyor? Cihan’ın toplayıcılık ve ayrıştırmadan sonra masa başı halleri, işgal edilmiş yaşam alanlarında kurulan farklı gündelik işler, işgalin emeği, videocunun onunla birlikte sokakta yürümesi, araması…
J.K.Gibson – Graham’a referansla, artık emek daha heterojen üretim ve karmaşık temmüllük biçimlerine; aynı zamanda etkisi öngörülemeyen sosyal deneyimlere işaret eder. Dolayısıyla değişen koşullar ve sosyal deneyimlere göre farklı üretim, dolaşım ve temellükler vardır. İstanbul’un Artığı pratiği bağlamında, videogram emekçilerine (Artıkişler Kolektifi) emek paylaşım stratejilerinin nasıl işlediğini sormak önemlidir. Genellikle hem maddi–olmayan hem fiziksel emeğe dayanır, bu emek üretimleri arasında ayrım yoktur. Burada, yabancılaştırıcı maddi–olmayan emek güçleri yok olur ve artık değer, kapitalist piyasa buyruklarına göre değil etiği temel alarak idare edilir. Dolayısıyla Gibson-Graham’ın kuram ve araştırmasından bağlamında topluluk ekonomileri ve artık değer dağılımı, önemlidir. Buna göre, siyasal toplu eylem “alternatif ekonomik organizasyonlar ve uygun mekânlar üretmek için işbirliği içinde çalışma”yı gerektirir.Topluluk ekonomisine dair empirik örnekler veren yazarlara göre, “toplu eylem” şudur: “Bu bağlamda “toplu” nitelemesi, benzer öznelerin yan yana yığılmasını göstermez, “eylem” terimi de maksatlı varlıklardan kaynaklanan ya da düşünceden bağımsız olan bir edimi göstermez. Bağlantı ve gelişme olanaklarını tanımak ve açık tutmak için, kapsamlı ve geniş bir alanı kuşatan bir toplu eylem kavramı geliştirmeye çalışıyoruz”.Buna göre, toplu bir eylem, bir topluluk ekonomisi etiği gerektirir; ben bunu, daha çok, kentsel mekanda gündelik bilgimizi, geçimimizi sağlayan bir yerellik etiği edimi olarak nitelemek istiyorum. Burada oluşturulan ilişkisel ağ, norm koyucu bir yapı olmaktan çok, birlikte düşünüp tartışmayı seçen anlık bir topluluğun oluşturduğu ağdır. Kendi kendine örgütlenme, belli emek faaliyetlerine ve bunların ayrımına dayanan basit bir hiyerarşi değildir; tam tersine, kişinin sabah çiftçi öğleden sonra grafik tasarımcısı olmasına imkân veren bir çalışma/emek yapısıdır. Stavrides’in keskin analizini yinelemek gerekirse, işbirliğinin özü kabullenme değil, müzakeredir. İşbirliği, kendisi de acil ve zorlu bir ilgi alanı oluşturan bir kentsel alanda kritik meselelerin tartışılması demektir. Kentsel alanda toplu, hiyerarşik olmayan, siyasal eylem oluşturmak, örgütlenme ya da etkinliğin kendisi ile değil, ortaklaşmacılığı başarmak için birlikte varolma ve iş görme ile ilgilidir. Bunun kökü, neoliberal gerçekler ve üretim mantığının bize dayatmaya çalıştığından farklı uygulamalarımızın –işbirliği, alternatif ekonomiler, özerk ağlar, kendi kendine örgütlenme ve artı değer stratejileri– yeniden değerlendirilmesi ve gerçekleştirilmesine dayanır.
Ertesi gündeki emek; eylemlilik içinde gerçekleştirilmiş, ekran başındaki güvencesiz ve yabancılaşma anlarından sıyrılmış bugünün ertesi gününde nasıl kolektif bir eylemliliğe dönüşeceğinin potansiyellerini arıyor.
Kaynak: JK.Gibson – Graham, The End of Capitalism (As we knew it), Minnesota Press, 2006, Minneapolis
The Labor of the Day After
Pelin Tan
Thinking of urban context and space, waste/leftover labor offers us economically and existentially complex networks. The gesture, action and dialogue with the camera reflected in the videograms points at a form and conditions of labor that are covalent yet indefinite. Considering waste collectors, factors of labor such as ethnicity, immigrants, laborers, women and children stratify and transform within daily activities. To find a singular definition of labor becomes harder, defining it as ‘unsecured’ is insufficient. Various labors and its conditions, actions such as collecting, separating, drinking tea, warehouse labor, sales, walking, searching, meeting; on a litmus paper, they intersect with the working conditions of the video maker. As if each produced videogram combines with this multilayered and distinct labor production. This intersecting and ongoing visual memory focuses on the potentials of residual value. The unsecured labor conditions of video makers and waste collectors that they have in common, contain urban existential forms and the borders of urban participation or exclusion. The relation between labor and action and its redefinition becomes blurry. Our understanding of the definition of unsecured labor is based largely on the exploitation of labor and the insecurity of employment within time/ work settings; yet, these conditions do not correspond necessarily with the various the work experiences we have in different sectors. The paradox between unsecured labor and production, can diversely exist in autonomous structures and networks. Nevertheless, insecurity on paper can sometimes enable the probability of a ‘work’. Yet, to exist in urban space with all its transformative powers can also sensitize the labor of the video maker and the paper collector.
How does the labor of recording and editing a video for a wage -for money- differ from the labor of recording a videogram on waste collectors, or what conditions are there in common? Under which conditions does the labor of the visual become an action? Or, when do the intersecting labor processes of the video maker and the waste collector unite; and under what gesture? The demeanour of Cihan…behind his desk after collecting and separating paper, the various daily routines formed in occupied spaces, the labor of occupation, the walk and search with the video maker on the streets…
Surplus labor designates a heterogeneous production and appropriation as J.K.Gibson – Graham theorizes. For them surplus labor is an aspect of social experience of those which the effects are generally unrecognized. Thus the production, distribution and appropriation are complex in different conditions and social experiences. It is necessary to ask regarding Istanbul’s Surplus research by the videogram laborers (ArtıkIsler Collective): how the labour exchange strategies applied operate. It is generally based both on immaterial and physical labor, there is no separation between these forms of labor production. Here, the alienating aspects of immaterial labor disappear and the surplus is handled on the basis of ethics rather than capitalist market imperatives. In this context, community economies and surplus dissemination processes, in the sense implied by economist-geography researcher J.K. Gibson-Graham, are of particular importance. For political collective action requires “working collaboratively to produce alternative economic organizations and spaces in place.” Further: “The ‘collective’ in this context does not suggest the massing together of like subjects, nor should the term ‘action’ imply an efficacy that originates in intentional beings or that is distinct from thought. We are trying for a broad and distributed notion of collective action, in order to recognize and keep open possibilities of connection and development.”In short, collective action requires the ethics of a community economy. I fact, I would articulate this more as an act of ethics of locality that meets the needs suggested by our everyday knowledge and the experience of safeguarding our livelihoods in urban spaces.(15) The relational network established as a result is more of an instant community that chooses to think and discuss together rather than a normative structure. Self-organization is not a simple hierarchy based on certain labor activities and their division but, conversely, a work/labor structure that allows one to be a farmer in the morning and a graphic designer in the afternoon. To reiterate Stavrides’ sharp analysis, collaboration is not about affirmation, but negotiation. It is about debating critical issues in an urban space, where space itself is a pressing and compelling concern. Creating collective, non-clerical, political action in the urban space is not about the organization or the event itself, but about co-existing and functioning together to achieve commoning. This is rooted in a reconsideration and realization of our practices of collaboration, alternative economies, autonomous networks, self-organization and surplus strategies, all of which radically differ from the reality of the neoliberal policies and logics of production currently being forced upon us.
‘The labor of the day after’ searches for potentials of transformative collective actions for today’s tomorrow; of today’s actions, that wriggled themselves out of moments of precarity and estrangement in front of a screen.
JK.Gibson – Graham, The End of Capitalism (As we knew it), Minnesota Press, 2006, Minneapolis18