Arıza: Kamera-Montaj

Bu film aracılığıyla belgeselde montaj meselesine bir başka açıdan bakabilir miyiz derdindeyim. Bir “kamera-montaj“denemesi… Kamera ve montaj değil, kamera ile montaj anlamına geliyor. Sinanköylülerin su pompasını tamir ettikleri, yaklaşık iki buçuk-üç saat süren bir çalışmanın bir buçuk saati, iki MiniDV kasete kaydedildi. Filmin bütünü, bu iki kasetin bilgisayarda montajdan geçmeden art arda eklenmesinden oluştu.

Hani ben film diyorum, izleyenler öyle der mi bilmem. Hem de 93 dakikalık bir kısa film…

Zamanımızın egemen, fest i food belgeselleri, senaryosu önceden yazılmakla, kağıt üstünde kurguya uygun olarak yapılmış çekim planlarının montajda birbirine eklenmesiyle kuruluyor. Montaj süreci, bir “görsel düşünme, yaratma” süreci değil. Nerdeyse her şey kameranın karşısına geçmeden düşünülmüş, planlanmış, bu planları dolduracak parçacıklar hayattan koparılmak üzere kamera başı yapılmıştır. Ters yönde yol alabilir miyiz?

Vertov’dan ilhamla bizim masa başı montajlı yolumuz; her şey olup bitiyorken kamera ile orda olmak, hayatı nasılsa öyle çekmek, kaydettiğin hayata dahil olmak, kendini etkiye açmak, filmi zihnen, çekim sırasında kurmaya başlamak, kamera ile imgelemek, ve de montaj sürecine nasıl biteceği belli olamayan bir filme giriş olarak, görüntülerle düşünmeye başlamak gibi bir şey. Bir imajı hangi imaj, bir olayı hangi olay takip ederse bu film etkili olacak denemelerine girişmek gerçekte. Ama, elbette bir montaj masasında son bulacak bir yolculuk Vertov’un önermesi.

Arıza filmi ise, Sinan Köyü’nde esas olarak toprak meselesiyle ilgili belgesel çalışmamız sürerken, köyün su dalgıcının arızalanmış olması nedeniyle köylülerin boru söküm çalışmasının kamera ile takibi sırasında özerk bir çalışma olarak çıktı.

ariza 01Filmi kamerada bitirmek… Kayıt ve montaj süreçleri arasındaki hem mekan, hem zaman, hem zihin, hem de eylem farklılığını ortadan kaldırmak. Bazen yaptığımız video atölyelerinde “bunu diğer insanlarla denemeli” diye düşündüm. Daha henüz yapamadık. Belgesel atölyelerinde akademik/festivalik/hegemonik düşünüş biçimleri önde. Katılımcılar kameraya, o hareket avcısına, o estetik kurucusuna, o zaman ve mekan yırtıcısına, zamanı geldiğinde emri altındaki bir kişinin, kendi komutları doğrultusunda kullanacağı bir alet gözüyle bakıyorlar. Hiç bir özerklik tanımıyorlar.

Bu çalışmadan daha geniş bir zamana ve mekana yayılan bir saatlik bir film yapmak istediğinizi düşünün. Kameranızda bir tek MiniDV kaset var. Filmin güzergahı , her biri size önemli gelen ve “beni çek” diyen imajlarla dolu. Bunları çekerken seçmek, bazılarının kayıt dışı bırakmak zorundasınız. Sekans süresine o anda orda karar vermek zorundasınız. Filmin bir sonuca ulaşmasıyla, konu ettiğiniz olayın bir sonuca ulaşması konusunda bir paralellik kurmak, etkili görüntü seçeneklerini öyle kullanmak zorundasınız. Kaset bittiğinde olay bitmemiş bir sonuca ulaşmamış olabilir. İkinci kasete geçmek bir seçenek olsa da.

Olağan halde, montaj masasında, filmik zaman ile olay zamanı farklı seyredebilir. Olayın sonunu filmin başında gösterebiliriz, başlangıcı filmin sonunda görebileceğimiz gibi. Ama kamera-montajda bu şansımız yok. Filmik zamanla olay zamanı, sadece süre uzunluğu farklı olsa da, oluş sırası, olay dizgesi paraleldir. Kayıt sırasında sadece olaydan “biraz önce aldığım kesiti şimdi hangisi takip edecek” diye düşünebiliriz. Son kaydımız aklımızdadır, misal boru sökülmeye çalışılmaktadır, yakın plan ile bunu almışızdır. Genel plana çıkıp herkesi gösterebilirim devamında ama, borudan zincirlere yakın plan ile de devam edebilirim, hareket eden nesneler arasında bir geçiş yapabilirim, çalışan insandan kenarda ona bakana geçebilirim, zincirden, zincire asılanın yukarıya bakan başına geçebilirim, sonra yolda giden ördeklere yönelip fantezi yapabilirim. Ama bunların filmin değiştirilemez, geri dönülemez, tekrarlanamaz, başka bir görüntüyle değiştirilemez sekansları olduğunu unutmadan…

ariza 03O halde bir film zamanı sezgisiyle hareket etmek zorundayım o anda. Görüntüler durmaksızın önümde akmaktadır, elimi çabuk tutmam, en etkili olanları, olaya dair en güçlü imajları çekip almak zorundayım zamandan. İmajlar yalnızca hızla akmamakta, aynı anda potansiyel onlarca imaj tarafından sarılmış durumdayım. Köylülerden birisi tütün sarmaktayken bir başkası eli birinin omzunda bir şeyler anlatmaktadır, iskelenin üstündeki adam yükseklikten tedirgindir ve bu bütün parçalar oradaki gerçeklikten birer kesittir.

Bu filmde zaman-imaj işlemez. Hareket-imajlar üzerine kuruludur. Bütün imajlar kendi kendinin izidir, o anın o zamanın, öyle. Su borusu su borusudur. Dalgıç, falliğin başı, kuyu, anamızın rahmi değildir. Anafor metafor yoktur. İmajlar 3. dereceden, kendileri dışında hiç bir şeyi kast etmeden çizgisel bir zaman üzerinde bağlanmaktadır.

Film hareketimizin yönü “azaltma” üzerine çizili. Araçlar fazlalığa dönüştükçe üzerimizden atıyoruz, hafifliyoruz, özgürleştiğimizi var sayıyoruz. Montaj masasını, montajcıyı atmak öyle bir şey. Böylece sabitlenmeden sadece harekete dahil oluyoruz. Çünkü kamera merkezli film yapmak, hayat ve hareket demek. Kamera harekettir. Hayal gücünü ak kağıttan kurtarıp o anda içinden geçtiğimiz ve kadrajımıza yansıyan yaşamla bütünleştirmek, daha doğrusu bu ikisinin en dinamik etkileşimini sağlamak. Control+Z yok, delete, after effect yok. Zaman geriye çalışmaz, uçurumun kenarına geldiysen , düşeceksin. Sekans geçişlerindeki droplar, ses kırıkları, arızalar öylece kalır…

ariza 04Bir gün Hi-Tech kameralara montaj programları yükler, kayıtların o anda masa kurulmadan basit montajlar yapmasını sağlar. Belki de vardır öyle kameralar. Kamera-montaj bu anlama gelmez. Bir imajlarla düşünme yoludur. Karşılaşmalar anlıktır, düşünce, hayal ve record parmağı birlikte işler. Parçalardan bir bütün kuracaklardır ama, bütüne ilişkin fikirleri yoktur, denemedir, deneme gibi yaşamak, olayın bir sonu vardır bu size kolaylık sağlar, su borusu sökülür, iş biter.

1 saat 32 dakikayı, keser biçer daha yoğun ama daha kısa bir film yapabilirdim. O zaman tartışma farklılaşırdı, montaj masası, yani tartışılacak bir şey kalmazdı.

Niyetim o muydu, yani filmi kayıtta yapmak, bu önemli, yoksa raslantı mı? Niyetim oydu. Bunu öyle niyet ederek denemek önemli, başka filme kesitler seçmek için kayıt yapmış olsaydım, başka bir süre başka bir imaj rejimi işlerdi.

Genelde yakın plan çalışmışım. Bu, sıkıcı olabilecek 92 dakika için görüntü dinamizmini yükseltiyor,

Kürtçe bilmiyorum ama onları bilinmeyen bir dilde anlıyorum.

Çekim bitti. Şimdi iki kaseti Premiere’e atıp tek parça film haline getiriyor ve izliyorum. İnsanlar bir 90 dakikalık film süresinde ne dünyalar geziyorlar, bunu niye izlesinler ki diyorsun içinden. Antropolojik bir çalışma olduğunu düşünüyorsun, belki filmik, etki değil ama ilmi etki güçlüdür.

ariza 05Bir imece çalışması bu, ortak çalışma. İmece sözcüğü kitaptan girdi benim söz dağarına, bizim köyde “angayra” denir, kitapta “angarya” yazar. bir r ve y değişimi.. Karşılıksız çalışmadır esas anlamı. Köy işi, devlet işi. “Bu gün angayraya çağırıldım”.

Büyük küçük, bilen bilmeyen, ortak çalışma diyalogları, işbirliği biçimleri nasıl işliyor?

oktay ince

aralık 14, 2015