Ankara’nın Martıları

Alper Şen / Solfasol / Ocak 2015 –

 

Ankara’da az ama yine de farkedilebilir miktarda bir martı nüfusun olduğu söylenir. Martıların nasıl Ankara’ya geldiğini öğrenmeye çalıştığınızda da Ankara’ya Samsun’dan ya da İstanbul’dan kamyonlarla gelen balıkları takip eden martı sürülerinin hikayesini duyarsınız. Tüm yolu kamyon kasalarında istiflenmiş balıkları alma çabasıyla geçiren martılar Ankara’ya geldiklerinde kendilerine hayatta kalabilmek için yerler ararlar. Bu yerlerden biri bir zamanlar Mamak’taki çöplüktü. Günümüzde ise Yenimahalle, Ulus, Kızılay’daki balık tezgahlarının, hallerinin ve çöplüklerin içinde kıyısında tepesinde geziniyorlar. Denizi olmayan çöplüğün içinde gün geçtikçe kararan martılar sonunda iri bir kargaya benzer görüntüleriyle Ankaralı oluyorlar.

Ankara’da çöpün içinde martıların hali her ne kadar bir “düşmüşlük” çağrıştırsa da, başka bir göç yoluyla gelen ya da çöpte doğan kargalar, serçeler, kediler, köpekler ve diğer envai çeşit canlı içinse bir “düşmüşlük” halinden bahsetmeyiz. Onların çöpteki uğraşlarının, bizi bir martının uğraşı kadar hüzünlendirmeyeceği açıktır.

Elias Cannetti,  hayvanlara dair bir betimlemesinde şöyle bir varsayım ortaya atar: “Bir hayvana 30 saniyeden fazla baktığınızda ona dair insani tarifler yaratmaya başlarız.” Aslında bu tarifler daha çok bizimle ilgilidir. Bir akvaryum balığının fanusun içinde dolaşması  ”yerini sevdi / sevmedi / yanına birini arıyor / tek başına daha mutlu” gibi çoğunlukla balığa bakan kişinin ruh halini özetleyen şekillerde tarif edilir. Balık, balık olmaktan çok bizim ruh halimizin ya da dünya görüşümüzün bir simgesi olur. Hayvanların insanlarla olan mecburi ilişkisi kendi artığımıza bakarken aklımızda bir yerlerde gizli saklı kalan sınıfsal ayrım ve hiyerarşide şekillenir.

Bu nedenle çöpün içindeki martı ile karga arasındaki ayrımı biz kendi sınıfsal hiyerarşimizle ya da beğenilerimizle yaratırız. Beyaz’ın “temizliği”, siyahın “kirliliği”, alt metinlerde  yaratılan ayrımlarda ortaya çıkar. Martıya üzülürken kargaya karşı kayıtsız kalışımızda bilgiden çok kanaatler etkin olur. Kargayı da martıyı da aynı çöpe sokan sistemi insanların yarattığı bilgisini bulandıran bu kanaatler, beğenilerin bilgiye dönüştüğü bir alanda kurgulanmış şık “gerçekler”, bizim kendi “insan” gerçeğimize dönüşür. İnsan, doğayı doğası gereği işgal ederken kendisini diğer canlılardan üstün zanneder ve bunu da, düşünürek ürettiğini idda eder. Oysa insan, doğanın bakışına göre sadece dönüştürülmesi çok zor artıklar üreten ve toprağı, suyu, havayı kocaman sürülerle işgal eden, bozan, önce diğer canlıları, sonra da kendi cinsinden olanları yerinden eden, bu nedenle kendisi için tehlikeli bir canlıdır.

Her gün binlerce ton artığın üretildiği Ankara’da ve diğer şehirlerde, sayısını bilemeyeceğimiz ölçüde insan artıkları toplayarak geçimlerini sağlıyor. Bu artık yığınının içinde martılarla kargalar arasında ayrım yapmamak için önce “kararmak” ya da vicdani/kitabi tanımlamalarımıza uygun “martılar” aramaktan uzak durmak gerekiyor.  İnsan doğasını anlamanın binlerce yolu varsa ve bunun yollarından biri de, Ankara gibi görünürde düzenli, görünmeyen yerlerine ise binlerce canlının hayatta kalma kavgasını verdiği artığının içinde kalmaksa, öncelikle insan olmakla ve şehir hayatının bize sağladığı statüler, kimlikler ve değer yargılarıyla hesaplaşmak gerekiyor.

esin vidyosu: oktay ince – çöplük 1999

artıkişler 02.01.2015

Leave a Comment